Sevmek bir sanat mıdır?
Bir kişiyi sevmenin temelinin her şeyi sevmekten geçtiğini söyler Erich Fromm. Doğru sevgi, her şeye karşı sevgi dolu olmayı gerektirir. Sevmek eylemi; çoğunluğun düşündüğü gibi seçili insanların doğuştan sahip olduğu bir yetenek değil, tıpkı somut meslekler gibi üzerinde çalışarak ustalaşılabilen, öğrenilip uygulanabilen bir eylemdir.
Çağdaş insan için mutluluk, mağaza vitrinleri ve hedef belirleyip elde etme sürecindeki heyecandır. Başarı, para, mal, meta elde etmek için zaman ve emek harcadığımız şeylerken sevgiye vakit kalmaz. Çünkü sevmekten daha kolay bir şey yoktur (!) Sevmek sorunu işte tam bu noktada başlar. İnsanlar sevginin onları bulmadıklarından o kişiye/nesneye henüz rastlamadıklarından yakınır. Sevme eyleminden değil sevilecek nesneyi bulmanın zorluğundan bahseder. Fakat sevmek günümüzde sanılanın aksine yalnızca seçili kişilerin sahip olduğu bir durum değildir. Sevmek; üzerinde çalışılarak hasar görmemesi için çabalanan bir emek eylemidir.
Fromm bu kitapta sevgiye dair bakış açılarını farklı şekillerde ele almış, onun da yaşamak gibi bir sanat olduğunu ve öğrenebileceğini savunmuştur. Öğrenme aşamasını iki bölüme ayırmıştır: kuramda ustalaşmak ve pratikte ustalaşmak.
Sevgi kuramı
Sevgi kişinin bütünlüğünü koruması koşuluyla birleşmedir. Sevgi vermektir. Kişinin kendine bağımlılığına, başkalarını kendi amaçlarına ulaşmak için bir basamak görmeye, önceliği bencilce bir temelden gelen hep banacı anlayışa ters düşer. Karşılık bekleyerek verilen şey çıkar içindir. Almak için vermektir. Sevgiyi doğuran vermek ise karşılıksız vermektir. Verme edimi alma ediminden çok daha üstündür ve cesaret gerektirir çünkü karşılıksız vermek demek kendi verme gücünün, kudretinin farkında olarak arada çıkarsız bir bağ oluşturmak demektir. Güvensizlikten dolayı almak değil vermekle; neşenin, ilginin, anlayışın, sevginin, üzüntünün, içinde canlı olan ne varsa dışa vurumudur. Sevmek bir eylemdir edilgen bir duygu değil. Sevmek eyleminde vermenin yanında tüm sevgi türleri için geçerli olan belli unsurlar vardır. Bunlar: ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgidir.
İlgi: Sevgi sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için gösterdiğimiz aktifliktir. Bu büyüme bir çiçek de olabilir bir insanla aradaki bağ da… İnsan emek verdiği şeyi sever, sevdiği şeye emek verir. Böylece ilgi, sorumluluğu ortaya çıkarır.
Sorumluluk: Olabilecek herhangi bir duruma hazır olma durumudur. Sorumluluk “ben varım” diyebilmektir. Ve sevgi bağının kurulması için oldukça önemlidir.Sorumluluk 3. unsur olan saygıyı içermezse bağlanma durumu yaşanması muhtemeldir. Saygı; ses çıkaramama, hüküm altına alma, korkutma demek değildir.
Saygı: Kişinin karşısındakinin kendiliğini hoş görüp bireyselliğini kabul etmek demektir.
Bilgi: ise sevgiyle çok daha karmaşık bir bağa sahiptir. İnanın bilgisine sahip olma kendimizin ve karşımızdakinin derinine özüne ne kadar inersek işler o kadar karmaşıklaşır. Yaşadığımız olaylara karşın ne kendimizi ne de karşımızdakini tanıyoruzdur. Çünkü ne biz ne de karşımızdaki birer eşyadır. Yaşadıklarımız karşısında iç dünyamız özümüz değişir ve katlanarak ilerler. Özümüze ve insanın içsel gizine ulaşma arzusu insana sahip/ egemen olma (sadist) arzusunu doğurur. Bu nedenledir ki insanın özüne ait gizi bilme dürtüsüne sahip çıkmalı bu bilgiye ulaşmaya ne kadar çabalarsak bilginin bizden o denli uzaklaşacağının farkında olmalıyız. Bu sırrı öğrenmenin diğer ve sağlıklı olan yoluysa sevgidir. Çünkü sevgi, bütünleşmek demektir. Sevgi, bir insanın içine girmektir. Yani sevgiyle kendimi vererek bir başka insanla bir olurum ve insanı keşfederim. Böylece öğrenme isteğim bir olma hissiyle yatıştırılmış olur.
Anne-baba-çocuk sevgisi
Çocuğun annesinden ve babasından gördüğü sevgi türleri farklılık gösterir. Anne sevgisi çocuk için koşulsuz sevgiyi ifade eder. Onun sevgisini kazanmak için çabalamak gerekmez, var olmak yeterlidir. Baba sevgisi daha farklı bir yapıdadır. Baba çocuk için düşünceler dünyasını insan yapısını, disiplin, kural, emirleri ve macerayı temsil eder. Anne çocuğa iç dünyasında huzur mutluluk verirken baba çocuğu dış dünyaya hazırlar. Hayatımızın ilk evresinde anne sevgisi önemliyken yaşımız büyüyüp dış dünyaya dahil olma vakti geldiğinde baba sevgisi önem kazanmaya başlar.
İki sevginin de olumsuz yanları vardır. Anne sevgisinin olumsuz yanı elde edilemez ve üretilemez olmasıdır. Kişi eğer anne sevgisine sahipse büyük bir şansa da sahiptir fakat bu sevgiyi yitirmişse yaşamın güzelliklerini görmekten yoksun kalarak yeri doldurulamayan bir boşluğa sahip olur. Baba sevgisinin kötü yanı karşılıklı bir sevgi anlayışının olmasıdır. Davranışlara dikkat edilmezse sevgi azalabilir ya da hasar görebilir. Ama bu sevginin iyi yanı sevginin kazanılabilen bir yapıda olmasıdır. Anne sevgisi gibi koşulsuz olmadığı için gerekli koşullar kazanılarak sevgiyi elde etmek mümkün hale gelir.
İnsan neden insana ihtiyaç duyar?
İnsan sosyal bir varlıktır. Hayata tek gelişi ve hayatta tek oluşu onu kaygıya düşürür. Çünkü insan; yaşamında bütünleşme, birleşme, biz olma ihtiyacı duyar. Tek oluşumuzun bizlere getirdiği kaygı toplum tarafından sahte ve geçici yollarla bastırılır. Hepimiz aynılaştırılarak aynı tüketim, aynı üretim, aynı kıyafetler, aynı mutluluklar, olumsuzluklara karşı aynı çözümlerle belli bir uyum yakalatmaya çalışılıyor. Ancak bütüne gösterilen bu uyum kişinin kendisine, öznel birey yapısına ters düşüyor. Bu da kendini gerçekleştiremeyen ve kim olduğunu anlayamayan bir bireyler sürüsü ortaya çıkarıyor.
Hayvanların doğayla kurduğu bütünleşik içgüdüsel bağ insanlarda birtakım farklılıklar gösterir. İnsan bütünüyle doğayla bir değildir. Ama onsuz var olması da mümkün değildir. İnsanların bu doğadan kopmuş ama doğayla bağdaşık yaşamaları, doğayla tam anlamıyla bütün hissedememesine neden olur. Böylece insan bütünlük ihtiyacının doğurduğu yalnızlığı yalnızca insanla giderebilir.
Sevmek günümüzde sıkça görüldüğü gibi toksikliğin artmasıyla kendimizi karşımızdaki insana adamak ve ondan da bunu bekleyerek yaşamdan kendini soyutlamayla ters düşer. Doğru sevgi eylemi kişinin seçili kişilere uygulayacağı bir davranış değildir. Birini sevmek her şeyi sevmek demektir. Sevgi özgün bir kişiyle olan ilişki değil tüm dünyaya karşı duyduğun bir tavır, bir karakter yönelimidir. Fakat sevginin herkese yönelik olması tüm sevgilerin aynı olduğu anlamına gelmez. Fromm sevginin nesnelerini 5’e ayırmıştır:
Kardeşlik sevgisi
Fromm’a göre bu sevgi tüm sevgilerden önce var olan en temel sevgidir. Hangi insana bakarsak bakalım dışsal kalıbını aşarak özüne indiğimizde kardeşliği, her şeyden önce onun bir insan oluşunu görürüz. İnsanlık ortak paydasında buluşmak kardeşlik sevgisini temelidir. Çaresiz, yoksul, yardıma ve sevgiye muhtaç birini sevmek kardeşlik sevgisinin ilk adımıdır. Çünkü bir amaca yönelik olmayan sevgide ancak gerçek sevgi açılıp gelişir.
Anne Sevgisi: Anne sevgisi çocuğun gereksinimlerinin koşulsuz karşılanmasıdır. Çocuğun yaşamını karşılamanın iki yüzü vardır. İlki çocuğun yaşamını sağlamak adına gerekli olan korumayı, bakımı sağlamak; ikincisiyse korumanın çok daha ötesi olan sevgi aşılamaktır. Çocuğa çocuk olduğuna mutlu olmasını sağlamaktır. Anne; ilgi, onaylama, koruyup kollamanın yanında “yaşamak güzeldir” hissini de vermelidir. Annenin bu yetiye sahip olabilmesi için yalnızca iyi anne olması yetmez. Mutlu bir kişi de olmalıdır. Mutlu bir kişi olmalıdır ki mutluluk yaymalıdır.
Cinsel Sevgi :Cinsel sevgi, türleri arasında en kafa karıştırıcısıdır. Temeli bir olmaya, birleşmeye dayanır. İnsanın yaşamında hissettiği yalnızlık duygusunu başka bir insanla bütünleşerek gidermesidir. Ayrılma kaygısı birleşmeyle son bulur. Sevgi, cinsel sevgiyi yaratabilir. Fakat kişinin duyduğu cinsel istek sevgi duygusunu yaratamaz. Öyle ki bu durum daha fazla yalnızlık, huzursuzluk yabancılık hissedilen bir eyleme dönüşür.
Kendini Sevmek: Kendini sevmek kulağa bencilce gelse de sevginin temeli, yayılması için başlangıç noktasıdır. Her şey kendimize duyduğumuz sevgiyle bağdaşık biçimde ilerler. Bencillik kendini sevmek gibi düşünülse de bencil insan aslında kendinden nefret eder. Verme gücünü kendinde bulamaz, güçsüz ve mutsuz hisseder. Kendi üstüne bu kadar düşmesi aslında mutsuzluğunu giderme ve beceriksiz kişiliğinin üstünü örtme arayışının bir sonucudur. Bu nedenle kendini sevemeyen kişi başkalarını sevmeye yer ayıramaz.
Tanrı Sevgisi: Tanrı sevgisi toplumlara göre değişiklik gösterir anaerkil toplumlarda daha eşitlikçi, bağışlayıcı, merhametli bir anlayış varken; ataerkil toplumlarda güçlü olanın, kuralları dinleyenin üstün olduğu hiyerarşik bir anlayış vardır. Tanrı sevgisi bunun yanında kişinin olgunluğuyla da ilgilidir. Tanrının ne olduğunu bilmek onun sonsuzluğundan dolayı imkansız olduğundan ne olmadığını bilmek onu kavramak açısından daha faydalıdır. Çocuk ilk zamanlarında annenin merhametine, koruyup kollamasına ve ona sığınma hissine ihtiyaç duyar. Bu süreci babanın hükmedici-koruyucu, düşünce ve eylemini yönlendiren sevgi evresi takip eder. Olgunlaşma evresindeyse kişi kendi yaşama sevincini, kendi bakımını sağlayabilecek ve kurallarını koyabilecek düzeye erişir. Yani ebeveynlerinin güçlerinden sıyrılıp kendi kendinin anne babası olur. İnsanoğlunun evrimsel süreci de aynıdır. Tanrı algısı ilk başta koruyup kollayıcı, çaresiz bağlanıcıdır. Sonrasında itaat ve kudretini kabul ve kurallar evresi gelir. En sonunda dışsal bir güç olmaktan çıkıp içimize yerleşerek sevgi ve adalete dönüşür ve onunla bir olarak olgunluk evresine varılır.
Çağdaş Batı toplumunda sevginin yozlaştırılması
Kapitalist sistem günümüzde bir şeyin kar değeri olduğu sürece işe yaradığı, talebe göre değerinin olup olmadığını ölçmesi ve nesnelere kar güdüsüyle bakılması sevgiyi meta haline getirmiştir. Çağdaş kapitalizm tüketime teşvik eder toplumu belli bir beğeni kalıbına yönelterek iyiyi doğruyu tekdüzeleştirir böylece bir olmanın eminliği ve rahatsız edici huzurunu bozmak istemeyen otomat bireyler ortaya çıkar. Hiçbir otoriteye gerek duymayan, bağımsızlık ve özgürlük arayışında ama aynı zamanda toplumsal mekanizmaya sürtüşmeden, zor kullanmadan lidersiz yönlendirilerek rahatça yaşamaya teşvik edilen, kendi değil toplum olmaya zorlanan otomat bireyler…
Bu ortamda herkes birbirine olduğunca yakın olmaya çaba harcarken diğer yandan kendini tümüyle yalnız hisseder. Tek başınalığın her zamanki sonucu olan derin bir güvensizlik huzursuzluk ve suçluluk duygusuna gömülür. Batıdaki yaşamımızı izleyen bir gözlemci kardeşlik, anne ve cinsel sevginin az rastlanan olgular olduğuna bunların yerini yozlaşmış sahte sevgilerin aldığını görecektir. Makineleşmiş yaşam insanda kendini gerçekleştirme uğruna bir doyum yaratmadığı için birey farklı şekilde kendini doyurma yolları arar. Eğlence sektörüne girer (müzik, film vb.) ya da yeni eşyalar alarak kendini rahatlatmaya çalışır. Bu geçici tatminler birey yapısında doyumsuzluk yaratır. Bu özellikler zamanla kişilikte yer eder ve kişinin sevgisine de yansır. Ayrıca bireyin kendi olamaması sonucunda doyum sağlamak için aşırılıklara kaçması, özgürlüğe sahip olduğuna yönelik sistemin sunduğu bir yanılgıdır.
Sevginin uygulanması
Disiplin: Sevginin uygulanması için elimizde hazır bir reçete yoktur lakin her sanatta olduğu gibi disipline ihtiyacımız vardır. Çağdaş insanın her ne kadar günümüzde saatlerce iş başında kalabiliyor olduğunu görsek de iş hayatı dışında çok az disipline sahip olduğunu görürüz. Bu gevşeme, kendini bırakmışlık içinde oldukları sisteme bir başkaldırıdır aslında. Bu nedenle sevgide disiplin çağdaş insanı zorlayabilir. Ama gereklidir.
Yoğunlaşma: Odağı dağıtmadan tek bir şey yapmaya odaklanmak. Günümüz sistemi odağımızı dağıtmaya aynı anda bir sürü şey yapmaya bizi iter fakat bir sanatı öğrenmek için gerekli olan temellerden biri ona odaklanmak, yoğunlaşmaktır.
Sabır: Her şeyin makineleştiği en çabuk olanın kazandığı çağdaş toplumlarda sabır neredeyse unutulmuştur. Bir sanatta ustalaşmak içi olmazsa olmazı sabır göstermektir. Harcanan zaman ziyan oluyormuş gibi görülmemelidir. İnsan zaman kazanmak için işlerini hızla halletmeye çalışır fakat kazandığı zamanla ne yapacağını bilemez… Sonuncu madde ise sanatla bütünleşmektir. Öğrenilen sanat tüm yaşama işlemeli, kendi benliğin sanatı uygulamada bir araç olmalıdır. Onunla bütünleşerek sanat canlanmalı hayata geçmelidir. Yani sevme sanatı için disiplin, yoğunlaşma ve sabır tüm yaşamda uygulanmalıdır.
Peki disiplin hayatımıza nasıl uygulanır?
Uygulamadaki en büyük engel disiplinin acı verici olmasına yönelik genel yanılgıdır. Disiplin dışarıdan dayatılan bir kural değil öğrenmede kat edilen bir basamak gibi düşünülmelidir. Belli bir saatte uyanmak, günün belli zamanları okumak, düşünmek, yürümek, müzik dinlemekle geçirip yeme – içme eğlence gibi fazlası zarar olan handikapları azaltmakla başlanılabilir. Yoğunlaşmak için sigara içmeden radyo dinlemeden oturmak, sadece oturma, kendinle baş başa kalmak güzel bir başlangıç olacaktır. Yoğunlaşma için ufak bir uygulama: Rahat bir konum geçerek gözlerimizi kapatalım. Karşımızda beyaz bir perde olduğunu düşünelim. Ve kafamızı karıştıran kalabalık yapan ne varsa silmeye çalışarak nefes alıp verelim. Benliğimize ve ana odaklanalım. Bu çalışmanın sabahları ve gece yatmadan yapılması yerinde olacaktır.
Gençler doğru ve yanlışı gösterecek kişilere ihtiyaç duyar başarıya ulaşmada rol model alacakları kişiler onlara ilham verir. Günümüz sisteminde eğlenmek, dağıtmak, gelişine yaşamak revaçtayken gençlerden hem hayat hem kişiliklerinde disiplin beklemek garip olur. Doğru ve yanlış, geçmişten bugüne kendini kanıtlayan gerçek insanlardan, çağları etkilemiş liderlerden destek alınarak aktarılırsa gençlere kendilerinde bu potansiyeli görmesi ve açığa çıkarmada kolaylık sağlar. Ayrıca olgun yaşam örneği görüntüsünü sürekli olarak aktarılmazsa geleneklerimiz köklerimiz yıkılarak belli insani özelliklerin yitmesi an meselesidir.
Sevme sanatı için önemli noktalar
Sevginin kazanılması için en önemli koşul kişisinin kendi narsisizmini yenmesidir. Sevgi alçakgönüllülük gerektirir. Sevme sanatını öğrenmek için nesnel olmalı, karşıdaki kişiye kendi ilgi, gereksinim ve korkularımız karıştırılmadan narsisizmi aşarak salt “o” olarak görmemiz gerekir. Sevme sanatını uygulamak için inanca gerek vardır. Yaşama, doğaya, tanrıya, kendimize, başkalarına… Zorlukları, engelleri bir haksızlık ya da ceza olarak görmemek bizi güçlü kılar. Bunun içinse inanç ve cesaret gerekir. Kişi bu alanda problem yaşıyorsa inanç ve cesaretinin ne gibi durumlarda kırıldığını fark etmek ve bu alanın üstüne gitmek için inanç ve cesaret ilk olarak nerde kırıldığına odaklanmalı. O anı doğrulayan bağlantıları gözden geçirmeli ve temeli bulmalıdır. Her inanç kaybının bir sonrakini doğurduğunu ve bunun bir kısır döngüye gittiğinin farkına varmalı sevginin bir inanç eylemi olduğunu inancımız ölçüsünde sevebileceğimizi bilmelidir. Ne var ki günümüzde her şey inancımızın kırılmasına yöneliktir. Monotonlaşmış sistem robotlaşmış insan oluşturulan doğru yanlış kalıpları farklı fikirlerin hor ve yanlış görüldüğü korkutucu derecede fikir birliği, amacın yaşamak değil para kazanmak olduğu distopik bir dünya…
Nerden başlamalıyız?
Kişinin kendini bilmeye, anlamaya, değer vermeye ve sevmeye fırsat bulamadığı bir dünyada başkasıyla gerçek bir sevgi bağı kurması çok zordur. Geçici duygusal tatminlerin yanında sevgi sandığımız duygusal ihtiyaçlarımızın karşılanmasına yönelik duygular yaşanıyor. Derinlik göstermeye çabamız yok. Vaktimiz yok. İsteğimiz yok. Çünkü daha kendimizi bulamamışız. Harcadığımız enerji, söz konusu sevgi de olsa, kendimizden öncesineyse fazlalıktır. Ben ya da sen değil sistem için yaşıyor hale geldik, getirildik. Ve bu döngüyü kırabilmek bilinçlenmekle başlıyor. Farkındalık kazanıp her zaman yaptığımız, tercih ettiğimiz eğlencelerin, seçimlerin, kıyafetlerimizin, tavırlarımızın bile birileri tarafından bize yaptırıldığının çok muhtemel olduğunu, hepsinin özenle bizim tercihimizmiş gibi gösterildiğinin bilincine varmalıyız. Kendimizi, gerçek benliğimizi, nelerden gerçekten hoşlandığımızı ya da hoşlanmadığımızı bulmak için bu döngüyü kırmalı, kendimize dair gerçek bir yolculuğa çıkmalıyız.