Doğum ve ölüm hayatın önemli noktalarıdır. Her canlı doğduktan sonra hayatta kalmayı kendisine görev bilmiştir. Bazı medeniyetlerde bu görev yerini ölümsüzlük arayışına bırakmıştır. Ölümsüzlük arayışı, birçok toplumda ve kültürde derin bir iz ve ilerleyen nesillere zengin bir mitoloji miras bırakmıştır.

Hadi gelin, Antik Mezopotamyalıların ölümsüzlük fikrini araştırmak için nasıl bir maceraya daldıklarına bir göz atalım:

Antik Mezopotamyalıların ölümsüzlük arayışı, Uruk hükümdarı ve aynı zamanda yarı tanrı (demigod) olan kral Gılgamış tarafından olmuştur. Kral Gılgamış son derece güçlü ve libidosu tavan bir hükümdardır. Halkına cinsel zorbalıklar ve kötülükler yapmaktadır. Uruk halkı, kralları Gılgamış’ın akıl ve cinsel gücünden endişe etmektedirler. Tanrılarına, Gılgamış’ın bu gücünü dizginleyebilecek ve onları kralın zulmünden uzaklaştıracak bir varlık yaratmaları için dua eden halkın istediği olur. Tanrılar Gılgamış’ın karşısına vahşi bir adam çıkarır.

Enkidu adındaki vahşi adam, kral Gılgamış’la ölesiye dövüşür. Gılgamış Enkudi’yi zor da olsa yener, sarılırlar ve dostlukları bu noktada başlamış olur. Gılgamış artık yalnızlıktan ve cinsellik arzusundan kurtulmuştur. Çünkü yıllardır aradığı dostluğu bulmuştur.
Kadınlardan öyle uzaklaşmıştır ki, tanrıça İştar’ın evlilik teklifini bile görmezden gelir. Fakat tanrıça İştar bu duruma sessiz kalamaz ve reddedilme öfkesi ile Enduki’yi lanetleyip ölmesine sebep olur.

İki dost uzun yıllar düşmanlarını yenmişlerdir ama bir süre sonra Gılgamış’ın kadim dostu Enduki hastalanıp ölür. Gılgamış bu kayıp karşısında büyük bir acıyla ölümden korkmaya başlar.

Ölüm ile ilgili paniğe kapılan Gılgamış ölümsüzlük arayışı adına bir yolculuğa çıkar. Ölümsüz olduğu düşünülen Utnapiştim adında bir kral vardır. Utnapiştim büyük tufandan bir gemi inşa edip kurtulan ve tanrılar tarafından ölümsüzlüğün bahşedildiği söylenen Şuruppak kentinin hükümdarıdır. Gılgamış ölümsüzlüğün sırrının bu kralda olduğunu düşünerek yanına gider. Utnapiştim, Gılgamış’a denizin derinliklerinde bir ot olduğunu ve bu sayede genç kalabileceğini söyler. Gılgamış derinlerdeki bu gençlik otunu bulur ve ölümsüzlüğüne kavuşmanın sevinci ile ülkesine dönecektir.

Gılgamış, dönüş yolunda otu bir yılana kaptırır. Otu yiyen yılan belli aralıklarla derisini dökerek gençleşir. Yani ot işe yaramıştır. Tüm bunların yanında, Gılgamış ise eli boş bir şekilde ülkesine döner. Tanrılar tarafından cezalandırılan Gılgamış artık hayatına yarı tanrı olarak değil, diğer insanlar ile ölüm konusunda eşit bir kral olarak devam eder. Bunun yanında, Gılgamış’ın en büyük arzusu olan ölümsüzlüğün tadına yılan varabilmiştir. Bu nedenle, Sümerler döneminde yılan, sağlık ve ölümsüzlükle ilişkilendirilir. Geçmişten günümüze kadar gelen yılan sembolünün ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu sembolize ettiği söylenebilir.

Tüm bu anlattıklarım –tam da tahmin ettiğiniz gibi– insanlık tarihinde yazılan en eski eser olan Gılgamış Destanı’na konu olan bir efsanedir. Tüm bunlar düşünüldüğünde bu hikayeden bizim ne ders çıkartmamız bekleniyor? Bu efsane, insanoğluna yani biz ölümlülere, ölümden öte köy olmadığını hatırlatan bir ders niteliğindedir. Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışı ve bu yolda karşılaştığı hayal kırıklıkları ölümün kaçınılmaz olduğu gerçeğini gözler önüne serer. Ancak bu efsanenin asıl mesajı yaşamın değerini anlamanın önemini vurgulamaktır. Ölümsüzlük peşinde koşarken aslında yaşamın kendisini daha derinlemesine keşfetmemiz gerektiğini hatırlatır. Peki ya siz ne düşünüyorsunuz? Hayattan yeteri kadar zevk alıyor muyuz? Yoksa, anı unutup hep daha fazlasını mı istiyoruz?

Kaynaklar

Black, J. et. al. The Literature of Ancient Sumer. Oxford University Press, 2006.
Dalley, S. Myths from Mesopotamia Creation, the Flood, Gilgamesh, and others. Oxford University Press., 2000.
Özgen, Mehmet Kasım. “Gılgamış Destanında Ve Mistisizimde İçsel Yolculuk”. KARE, sy. 9 (Haziran 2020): 1-33. https://doi.org/10.38060/kare.741687.