Tavşana neden tavşan,siyaha neden siyah deriz? Bu soru gülünç bir sıklıkta herkesin aklına gelmiştir sanırım. Dilbilimcilerin bu soruya ilk duyduğunuzda size daha da gülünç gelebilecek bir cevabı var aslında: “nedensizlik ilkesi.”
Modern dilbilimin babası sayılan Ferdinand De Saussure dili iki taraflı bir göstergeler sistemi olarak kabul eder. Bu taraflardan biri zihnimizdeki soyut imgeler diğeri ise algılanabilen somut tarafıdır. Dil onun için zihindekinin ses yoluyla dışa vurumudur. Kendi benzetmesi ile dalgaya benzer dil. Nasıl atmosfer basıncının değişmesiyle su yüzeyinde dalgalar oluşuyorsa; dil de aynı şekilde, düşüncenin sesle birleşerek birimler oluşturmasını sağlar.
Bu bağlamda dil ile ifade edilen her varlığa “gönderge”; göndergeyi dilde sağlayan sözcükler “gösterge”; göstergenin somut yönüne “gösteren” soyut yönüne ise “gösterilen” denir. Her dilde karşılaştırmalı ve tarihsel dilbilim metodları ile kolayca saptanabilecek yansıma sözcükler hariç, gösteren ile gösterilen arasındaki bağ dilbilimde nedensizdir. Örneğin “tavşan” göstereninde tavşanı anımsatan hiçbir özellik yoktur. Fransızca “lapin” veya İngilizce “rabbit” sözcükleride aynı şekilde kelime kendisinden gelen anlamını karşılamaktadır.
Saussure, nedensizliğin dilbilimin temel bir ilkesi olduğunu savunur. Dilin genel ilkelerini, eşzamanlı ve artzamanlı inceleyen Saussure, dilin temel kavramlarının büyük ölçüde nedensizlikten kaynaklandığını söyler. Nedensizlik, dil göstergelerinin iki yönü olan gösteren (ses) ve gösterilen (anlam) arasındaki bağın doğal, mantıksal veya zorunlu bir ilişkiye dayanmadığını ifade eder. Yani gösterge, anlamıyla doğal bir bağlantıya sahip olmayan, yani rastlantısal bir sistemdir.
Nedensizlik insan dillerinin kendilerine özgü bir şekilde varlıkları sınırlandırmasını ve ses imgeleriyle soyut kavramları birbirine bağlamasını sağlar. Farklı dillerin varlığı, Saussure’ün nedensizlik ilkesinin en güçlü kanıtıdır. Eğer dildeki göstergelerin oluşumu nedensizliğe dayanmasaydı, her kavram yalnızca tek bir ses formuyla temsil edilirdi ve bu durumda uygarlık sadece bir dil oluşturabilirdi. Yani eğer kelimenin belirttiği kavramlar bir sebepten oluşmuş olsaydı bütün dünyada tek bir dil olur ve tüm dünya o dili konuşurdu.
Nedensizlik ilkesine yönelik itirazların bulunması tabikide zor değil. Bu itirazların başında yansıma sözcükler ve ünlemler geliyor. Yansıma sözcüklerin, doğadaki sesleri taklit etmeleri nedeniyle tamamen rastlantısal olmadığı düşünülebilir. Ancak herhangi bir dilde yansıma sözcükler ve ünlemler, dildeki göstergelerin yalnızca çok küçük bir kısmını oluşturur ve bu durum nedensizlik ilkesinin genel geçerliliğini zayıflatmaz. Üstelik hiçbir dilde yansıma sözcükler doğadaki seslerin birebir aynısı değildir, aksine yaklaşık bir benzerlik taşır.
Ayrıca dil göstergelerinde doğal bir bağlantı olsaydı, o zaman çok anlamlılık ve eşseslilik gibi olgular mümkün olmaması gerekirdi. Türkçe’de mevsim olan “yaz” ve emir kipli eylem olan “yaz” kelimelerini ele alalım mesela. Bu iki kelimenin anlamlarının içinde bulundukları bağlama göre değişmesi bu duruma kanıt sayılabilir. Zira bir kelimenin anlamı bağlamındaki kullanımıdır.
Sonuç olarak, Saussure’ün dil teorisinde nedensizlik, temel ve değişmez bir ilke olarak kabul edilir. Ancak bu, dilde hiçbir kurallılığın olmadığı anlamına gelmez. Dilin göstergeleri hem mutlak hem de görece nedensizlik arasında bir yerde konumlanır. Saussure’ün ortaya koyduğu bu yapı, dilbilim araştırmalarında temel taşlardan biri olarak kabul edilmeye devam etmekte.