İnsanlar hayatlarında yaşadıkları olaylar ve ya duyguları yüzünden kendini bazen soyutlamak ister. Bu soyutlanma insanların bir şeylerden kaçış yoludur. Belki duydukları öfkeden belki üzüntüden kaçmak isterler, hatta bazen bazı insanlar mutluluklarından bile kaçmak ister. Eminim sizde hayatınızın en küçük bir anı bile olsa bir şeylerden kaçmak, soyutlanmak istemişsinizdir, değil mi?

Önceki yazılarımda da bahsettiğim ve eserlerini yayınlarken erkek ismi kullanan önemli İngiliz Edebiyatı yazarlarından Emily Brontë’nin yazdığı “Uğultulu Tepeler” isimli romanda da Emily Soyutlanma temasını, hikâyenin olay örgüsünü ve karakterlerin birbirleri arasında ki hem duygusal hem fiziksel gelişimlerini etkileyecek şekilde kullanmıştır. Romanda yalnızlık ve yabancılaşma duygularının insanların doğasında var olan karanlık taraflarının nasıl ortaya çıkardığını ve bu durumların karakterleri nasıl davranışlara sürüklediği de işlenmiştir. Gelin hep beraber soyutlanma temasının nasıl trajik bir şekilde karakterleri etkilediğini inceleyelim…

Uğultulu Tepeler romanının başkarakterleri Heathcliff ve Catherine doğa içinde ve etraflarından soyutlanmış bir şekilde büyüyen insanlardır. Romanla aynı ismi taşıyan Uğultulu Tepeler toplumdan uzak, soğuk ve kasvetli bir yerdir. Normal olarak karakterler de o yalnızlık ve soyutlanma hissini benimsemiş ve bunları karakterlerini oluşturmak için kullanmışlardır. Heathcliff toplumsal bağlardan kopuk ve etrafındaki insanlardan uzak bir şekilde büyümüştür. Catherine de Uğultulu Tepeler’de izole ve dış dünyayla çok iletişim kurmadan hayatını sürdüren genç bir kadındır. Her iki karakterde yaşadıkları bu soyutlanma duygularını hayatlarının ilerleyen dönemlerinde kırmaya çalışsalar da maalesef bu sosyal ve duygusal bağlarını kırmak onlar için o kadar da kolay olmaz. Öte yandan Heathcliff ve Catherine bir adım atarak birbirlerine yakın olduklarında da dış dünyaya bağlarını tamamen kopartmışlardır. Bu sağlıklı olmayan ilişki ise sevgi ve nefret arasında kalmalarını sağlar.

Heathcliff ve Catherine birbirlerine sırılsıklam âşık olmalarına rağmen bu bir tür takıntıya dönüşmüş bir ilişkiye devrilir. Catherine, Heathcliff’e âşık olsa da gidip toplumsal baskı ve maddi çıkarlar dolayısıyla başka bir adam ile evlenir. Bu karar sayesinde Catherine, hem sevdiği kişiden uzaklaşmış hem de kendi kabuğuna çekilmiş ve bu onu daha fazla soyutlanmaya itmiştir. Diğer yandan Heathcliff, Catherine’den sonra daha da soyutlanır ve yalnızlığa gömülür. Zaman geçtikçe iki karakter de acımasız kişilere dönüşür, Heathcliff reddedilmenin öfkesini herkesten çıkarmaya çalışırken, Catherine içsel bir yalnızlık ve çöküşe sürüklenir. Ve roman bu iki aşığın birbirlerine kavuşamadan ölmeleri ile sonuçlanır. Bu trajik sonda okuyuculara bir ders niteliği taşır.

Bu romanda Emily, soyutlanmanın aslında ne kadar tehlikeli olabileceğini ve insanların dış dünyadan soyutlanmasını ve ya yalnız olmasının insanları hem psikolojik hem de fiziksel olarak kötü etkilediğini göstermeyi amaçlamıştır. Bazen bir şeylerden kaçmak doğru bir yol olarak gözükse de aslında değildir. Kaçmak, uzaklaşmak ve ya bir şeylerden soyutlanmak bizi Heathcliff ve Catherine gibi trajik bir sona götürebilir.