Yazının bulunmasının ardından insanoğlu bir şeyler yazmaktan zevk almaya başladı. Gerek gelecek nesillere sahip oldukları bilgileri aktarabilmek için, gerekse günlük olayları aktarmak için yazı kullanmak alışkanlık haline geldi. Gün geçtikçe bu yazılar gelişti, değişti ve çoğaldı. Bir süre sonra bu yazıları basma ihtiyacı doğdu. Matbaacılık da böylelikle başlamış oldu. Matbaacılığın başlamasıyla ise yayıncılık sektörü oldukça popüler bir sektör haline geldi.
Fakat günümüzde teknolojinin gelişmesi ile yayıncılık sektörünün geri planda kaldığı görülüyor. Zaman geçtikçe yayıncılık sektörü belirli sebeplerden ötürü hayatta kalma çabası göstermeye başladı. Gelin bu sebeplerin neler olduğuna bir bakalım…
Belki de yayıncılık sektörünün geri planda kalması veya hayatta kalma çabası göstermesinin en önemli nedenlerinden biri baskı ve dijital tartışmasıdır. Özellikle edebiyat dünyası için baskı oldukça önemli bir yerdedir. Basılı kitaplar, gazeteler ve dergiler gibi basılı eserler insanların günlük hayatlarında bilgi edinmek için kullandıkları yollardı. Fakat günümüz teknolojisiyle beraber çevrimiçi siteler, bloglar ve dijital platformlar gibi tek bir tuşla ulaşılabilen mecralar basılı eserlerin önüne geçti. Okuyucular, basılı eserler yerine kolay ulaşılabilir olan bu dijital eserleri tercih etmeye başladılar. Fakat bir kesim de hala basılı eserin önemini ve dokunsal deneyimi sayesinde daha değerli olduğunu savunmaktadır. Bu tartışma her ne kadar bir sonuca varmayacak olsa da yayıncılık sektörünün geri planda kalmasını sağladı.
Geleneksellik ve yenilik arasında kalan yayıncılığın geri planda kalmasının bir diğer nedeni de yazarların kendi kendilerine yazılarını yayımlayabilme özgürlüğüdür. Eskiden yazarlar bir yayınevi olmadan yazılarını yazabiliyorken artık, dijital bazı platformlar sayesinde yazılarını doğrudan büyük kitlelere ulaştırabiliyorlar. Fakat bu yenilik her zaman güzel bir şey olarak gözükmemektedir. Çünkü kendi yazılarını yayınlayan yazarların kalite kontrolü yapacak bir yayınevi olmadığından bilginin doğruluğu ve yazının kalitesi ölçülemez. Aynı zamanda herkesin yazar olması etrafa yayılan yanlış bilgilerin çoğalmasına da neden olabileceğinden geleneksel yöntemlere bağlı kalmak daha mantıklı bir yol gibi gözükmektedir.
Teknolojinin gelişmesinden bahsetmişken yapay zekânın rolünden bahsetmesek olmaz. Yapay zekâ özellikle son zamanlarda oldukça yükseliştedir. Yapay zekâ yayıncılık sektörünün karşılaştığı gerçek bir tehdit olarak görülüyor. Şu an hikâye, şiir ve hatta roman gibi bir insanın haftalarını hatta aylarını alabilecek yazıları bir dakikadan kısa bir sürede yazan yapay zekâ programları hem yayıncılık sektörünü hem de yazarları olumsuz yönde etkilemektedir. Fakat yapay zekâ ne kadar gelişirse gelişsin hala bir insanın duygularına sahip olmadığından bir insanın yazdığı kalitede eserler ortaya çıkaramaz. Bu yüzden yayıncılık sektörünü tehdit de etse yayıncılık sektörüne, bir konunun kitlesini analiz etme, gündemi takip etme gibi noktalarda yardım etmeye devam etmesi daha iyi olabilir.
Yayıncılık geleceği maalesef sadece bu konularda değil değişen dünya dabir şeyler üretmenin zorluğu ve özgünlükle de ilgilidir. Bu yukarıda bahsettiğimiz bütün yenilikleri geleneksel yöntemler ile harmanlayıp yayıncılığın arka planda kalmasını önleyebilir ve hatta yayıncılığı daha da dâhil edip ortaya çok daha yaratıcı, özgün ve kaliteli eserler çıkartılabilir. Fakat bu bir gerçektir ki gelenekselliğe bağlı kalınırsa eserlerin kalitesi de bir o kadar düşecektir. Çünkü geçmişe takılı kalıp, yenilikleri göz ardı etmek yayıncılığa yapılacak en kötü şeylerden biri olur. Hem yayıncıların hem de yazarların değişen dünyada değişmeye cesaret etmesi gerekir…