Yılbaşı hüznü, genelde aralık ayının başında başlayıp ay ortasında kendini gösteren pek çok duyguyla karakterize olmuş bir durum olarak karşımıza çıkıyor. İnsanlar bu dönemde geçmiş yılın değerlendirmelerini yaparken aynı zamanda gelecek yıl için beklentilerini oluşturuyorlar. Bu süreç bazılarımızda hüzün ve kedere sebep olabiliyor.

Yılbaşına dair toplumsal norm ve ritüellere baktığımızda, üzerimizdeki mutlu olma baskısını tetikliyor gibi görünüyor. Yılbaşıyla beraber yeni yılı simgeleyen sokaklar, her yerin ışıl ışıl süslenmesi, yılbaşına özel kıyafetler, yemekler hatta çiçeklerin ortaya çıkışıyla adeta yeniden doğan bir şehre şahit oluyoruz. Yeniden doğuş. Bizler için belki de yılbaşı demek; yeniden doğumun sembolik bir ifadesidir. Yılbaşı dönemi geçmiş deneyimlerimizi değerlendirmeye, kayıplarımızın hatırlanmasına neden olabiliyor. Geçmişte yaşadığımız kayıplar bilinçdışı bir süreçte yeniden doğabiliyor; tıpkı yeniden doğan sokaklar gibi.

‘’Olmak istediğimiz şeyle olduğumuz şey arasında sıkışırız’’

Hepimizin idealize ettiği benlikler, idealize ettiği hayatın yanında bir de gerçeklik var. Gerçekleştiremediğimiz bilinçdışı arzu ve isteklerimiz bu dönemde gün yüzüne çıkarak yüzleşmeye neden oluyor olabilir. Bu noktada içsel arzularımız ve gerçeklik çatışma yaratabilir. İdealize ettiğimiz yaşamı sürememenin hayal kırıklığını yaşayabiliriz. Bu da başarısızlık hissimizi tetikleyebilir.

‘’Yeni yılın bize sunduğu tekinsiz alanı defansif pozisyonda umutla dolduruyoruz belki de.’’

Yeni yıl; yılın başı. Bir yılın başı, aynı zamanda bir yılın sonu anlamına geliyor. Bir şeylerin başlangıcı demek bir şeylerin sonu da demek. ‘Yeni’ dediğimiz şeyi aslında umutla ve yenilikle ilişkilendiriyoruz çoğu zaman. Ancak yeni olan her şey; içinde bir sürü ihtimal taşır. Yenilik ve umut kavramları; kendi içinde olası bütün seçenek ve öngöremeyeceğimiz sonuçlara da gebe. Yeni yıl dediğimizde de aslında ne kadar umut aşılamaya çalışsak da yeni yılın getirebileceği olası tüm deneyimlerin belirsizliği ile yüzleşiyoruz.

“Yılbaşı gecesi, hayallerin gerçek olduğu bir zaman dilimidir. Kimse inanmasa da, yılbaşı sihri gerçektir.” The Polar Express (Kutup Ekspresi) – 2004

Burada olduğu gibi birçok film ve kitapta yılbaşı; masalsı ve sihirli bir dönem, hayallerin gerçeğe dönüşebileceği bir zaman olarak betimleniyor.

Yılbaşı demek geçmiş yıl ve yeni yıl arasında bir köprü gibi aslında; sanki bir geçiş nesnesi gibi. Geçiş nesnesi nedir? Geçiş nesnesi, çocukların ilk bağlanma deneyimlerinde, anneye ya da bakım veren kişiye, dış dünyaya ve kendilerine yönelik güveni geliştirmek için kullandıkları sembolik bir nesnedir. Bu kavram, psikanalist Donald Winnicott tarafından geliştirilmiştir ve özellikle küçük çocukların anneye duyduğu bağlılık ile dış dünya ilişkilerinin nasıl şekillendiğini anlamak için önemlidir.

Geçiş nesneleri, genellikle çocuğun rahatlamasına yardımcı olan, “yaşamsal” önemdeki nesneler olarak görülür. Bu nesneler bir peluş oyuncak, battaniye, yastık gibi somut objeler olabilir. Çocuk, bu nesneleri, kendi ayrılabilirliğini ve bağımsızlığını keşfetme sürecinde kullanır. Bu nesneler, çocuğun dış dünyaya olan güvenini artıran, bağlanma figüründen ayrılmayı psikolojik olarak daha az zorlayıcı kılan bir rol oynar.

Winnicott’a göre, geçiş nesnesi, çocuğun hem içsel dünyası ile dış dünyası arasında bir köprü kurmasına hem de özerklik kazanmasına yardımcı olur. Çocuğun bu nesneye olan bağlılığı, büyüdükçe azalır, ancak geçiş nesnesi, bireyin ruhsal gelişiminde önemli bir dönemeçtir.

Geçiş nesnesi, sadece çocuklukta değil, bazen yetişkinlerde de benzer işlevler görebilir. Yetişkinler, zorluklarla karşılaştıklarında, bazen bir anı, bir ritüel ya da bir objeye duygusal bir bağ kurarak kendilerini güvende hissetmeye çalışabilirler. Yılbaşı ağacı süsleme, yeni yıl kararları alma, hediyeleşme gibi yılbaşı ritüeller de bu anlamda bağlayıcı bir işlev göstererek bu geçişi daha kolay yönetmemizi sağlıyor olabilir.

Yılbaşı kutlama nedenlerimizden biri belki budur çünkü ani geçişler bizde stres kaynağıdır. Bunun için bir güne hatta bir haftaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu doğrultuda neyi kutladığımız, neyi geride bıraktığımızla da ilişkili görünüyor. Bir geçişe ihtiyacımız olduğu ve bir denge sağlamaya çalıştığımız aşikar gibi.