Züğürt Ağa, 1985 yılında Yavuz Turgul’un senaryosuyla Nesli Çölgeçen yönetmenliğinde izleyiciyle buluşmuştur. Şener Şen (Ağa), Erdal Özyağcılar (Kekeç Salman), Füsun Demirel (Ağa’nın eşi Zana), ve Nilgün Nazlı (Kiraz) gibi oyuncuların performansları filme en iyi kadın ve erkek oyuncu dahil olmak üzere birçok ödül kazandırmıştır. Döneminde pek çok ağa-köylü ilişkisini işleyen film bulunmasına rağmen Züğürt Ağa bu filmlerden farklı bir yere sahiptir. Önceki filmlerde (Susuz Yaz ve Kibar Feyzo) ağa figürü mutlak kötü olarak karşımıza çıkmaktadır. Züğürt Ağa’da ise, köylü tarafından manipüle edilen hatta arkasından oyunlar çevrilen bir ağa figürü sunulmaktadır. Göç, feodalite ve kapitalizm gibi temaların yanı sıra köylü kurnazlığı ve toplumdaki kadın değeri gibi konuları doğal bir akış içinde işleyen Züğürt Ağa, hikayesini köyün ağası gibi radikal bir figür üzerinden anlatmaktadır. Bu film, karakterlerin insani yönlerine ve toplumsal çelişkilere eğilerek klasik ağa-köylü ilişkisini farklı bir perspektiften değerlendirmektedir.

Ağalıktan Kopuş

Sinemada birçok ağa tiplemesi vardır ama ilk kez yersiz ve yurtsuzuyla Züğürt Ağa’da karşılaştık. İsmi bile olmayan bir ağayı izlerken onun sosyal bir statüyü temsil edişini, ondan ve temsil ettiği her şeyden mahrum kalıp sonunda çıplaklaşmasını izledik. Ağalık toprağa, insana ve hayvana sahip olmakla ilgiliyken, kendisine verdiği ‘‘Züğürt’’ sıfatıyla aslında vazgeçtiği ve birey olma yolculuğunda sürekli olarak feragat ettiği tüm semboller asıl onu ortaya çıkaracaktır.

Ağa aslında oldukça yalnızdır, marabaları vardır ama onlar sadece hizmet eder bir arkadaş değildir. Kan kardeşi vardır ama o şehre geldikten sonra değişmiştir, şehrin beklentisine, bireyselliğine uyum sağlamıştır. Babası vardır, o da bir ağadır ama artık çok yaşlıdır. Eşi vardır ama aralarında onları birbirine bağlayan bir sevgi bağı yoktur. Sonrasında Kiraz gelir yaralarını şefkatle sarar, tüm gücünü sırayla kaybettiğinde bile yanındadır çünkü o gerçek ‘‘insanlığını’’ görür. Her şeyin bitişinde yanındadır ve aynı zamanda başlangıcında da.

Ağalıktan İlk Kopuş: El Öpme

Ağa babasından devraldığı topraklar yağmurun yağmamasıyla bereketsizleşmiştir, mahsul giderek azalıyordur. Yaşamları buğdaya bağlı olan köylü endişelidir ve çarenin Şıh’ın yağmur duasına çıkması olduğuna inanıyordur. Şıh’ın bir şartı vardır o da Ağa’nın elini öpmesidir. Bir ağa olarak başka birisinin elini öpemez. Köylünün bu isteği zoruna gider ve Tanrıyla hesaplaşmak için susuzluktan çatlamış olan toprağına eğilir tabakasından bir sigara çıkartır.

Eskiden rahmetli dedem anlatırdı, buraları bambaşkaymış. Bir yeşil ki bildiğin gibi değil, çok cömertmişsin… İyi ama ne oldu da değiştin? … Niçin hiçbir şey eskisi gibi değil?

Tanrıyla olan hesaplaşmasında, beni Şıh’a mecbur etme demesine rağmen yağmur yağmaz. Ağalığından bir parça vererek Şıh’ın elini öpmeye gider. Aralarında bir iktidar savaşı vardır ve Şıh bunu kazanmıştır ama yine de yağmur yağmaz.

Güreşi Kaybetme 

Bölgede güreş müsabakaları düzenlenmese bile Ağa askerdeyken güreşle tanışıp Haraptar’a geldiğinde de bu geleneği devam ettirmiştir. Güreşi yendiği sürece ziyafet sofraları hazırlanıp ağasını izlemeye gelenler bu sofrada ziyafet çektikleri için marabalar her zaman güreşi Ağa’nın kazanmasına izin veriyorlardı. Bu yüzden güreşte iyi olmadığını fark etmeyen ağa büyük bir özgüvenle karşısına kim çıkarsa çıksın yeniyordu. Yeni gelen güreşçi marabaların yenilmesiyle ilgili söylediklerini yanlış anlayıp yenilmez olan Ağa’yı yenince ziyafet gerçekleşmez. Marabalarının gözünde küçük duruma düşen ağa ilk kez güreşini kaybetmiştir.

Buğdayın Çalınması ve Köyün Satışı 

Feodal sistemde toprak ve üzerinde yaşayan her canlı ağaya aittir. Ağanın malı olarak doğan ya da topraklara çalışmaya gelen marabalar kendilerini ağadan ayrı düşünmemişlerdir ve düşünmelerine de izin yoktur. Köye sonradan gelen Kekeç Salman marabaların zor durumunu görünce Ağa’dan hakları olan buğdayı çalmalarını söyler. Düğün gecesi buğdayın üçte ikisini geri alınca Ağa hem marabasız hem de buğdaysız kalır. Marabasız ağa olamayacağı ve maddi sorunlarında üstüne gelmesiyle tek çareyi köyü satmakta bulur. Hem marabalarından hem de toprağından olan ağanın tek çaresi elindeki sermayeyle şehire gitmesidir.

Kıyafet Değişimi 

Şehrin trafiği, insanları ve kıyafetleri farklıdır. Ağa olarak köyde herkesten farklı olarak giyinir ama şehir buna uygun değildir. Kıyafetlerini şehre uygun bir hale getirir ama çizmelerini değiştirmez.

Başarısız İşler ve Kahya’nın Gidişi

Artık şehirli olan köylüler kendi düzenlerini hamallık yaparak ve açtıkları kahvehanede sürdürüyorlardır ama ağa onlardan farklıdır, her işi yapamaz. Ticaret yapma amacıyla market satın alsalar bile işleyişi beceremez ve aldığı gibi satmak zorunda kalır. Kahvehanede eski köylüleriyle beraber otururken domates satma fikri mantıklı gelir ama onun da sonucu şehrin bürokrasisi yüzünden başarıya ulaşmaz. Üst üste gelen başarısız işler sonucunda Ağa ve kahyası zor durumdadır. Şehre geldiğinde yanında kalan tek köylüsü olan kahya, köydeki hasta annesine para göndermek istediğini söyleyince Ağa kahyanın halinde dayanamaz ve onu yanından azat eder. Sahip olduğu son değerli şeylerden tabakası, tesbihini ve çakmağını kahyasına verir. Kahya bu değerli şeyleri kabul etmek istemese bile ‘‘Ben bir ağayım, kimseye borçlu kalamam. Başım eğik gezemem.’’ der ve şartlar ne olursa olsun hala ağa olduğunu söyler ama aynı zamanda da artık bir ağa olmadığının farkındadır. ‘‘Burada ağalık bitmiştir, köylülerin bana nasıl baktığını bilmiyorum mu sanırsın ama ben yine bir ağayım’’. Sosyal statüsünden yavaş yavaş sıyrılsa bile ağalıkla doğup büyüyen Ağa kapitalizme geçişte en sancılı süreci yaşayan kişi oluyor.

Eşinin Gidişi ve Ölmeyi Bile Başaramaması 

Başarısız birçok iş girişimlerinden sonra bir ağa kızı olan eşi bu sefil şartlara daha fazla dayanamaz ve çocuklarını da alıp babasının evine geri döner. Her gün daha da eksilen Ağa tüm sermayesini ve yeni iş girişimlerini tükettikten sonra kiraz sakladığı altınları Ağa’ya verir. Bozdurduğu altınlarla birlikte namaz kılmak için abdest alan Ağa ceketini çaldırır. Eve geldiğinde şehir hayatında kurnazlığıyla başarılı olmuş olan Kekeç Salman’ı da görmesiyle tüm uyumsuzlukları ve başarısızlıkları yüzünden kendini öldürmek ister ama şehrin sunduğu imkanlarla kendini bile öldüremez.

Son Ağalık Sembolünün Yitirilmesi: Çizmeler 

Köyde ayakkabısız ya da basit terliklerle gezen köylülere karşı Ağa’nın en önem verdiği şeylerden birisi çizmeleriydi, hatta çizmelerinden sorumlu olan bir maraba bile vardı. Kekeç Salman köye gelip Ağa’dan iş isterken çizmelerine sarılıyordu. Çizmelerinin yarattığı sosyal statü farkı köyde sınırları belirliyordu. Ağalık sembollerini sürekli olarak kaybeden Ağa’nın tek sığınağı, hala ağa olduğunun göstergesi çizmelerdir. Her şey bittiğinde Kiraz’la konuşurken pek de beceremediği ağalık dışında yapmayı sevdiği ve bildiği tek şeyin çiğköfte olduğunu anımsar. Sermaye olarak çizmelerini büyük bir üzüntüyle satsa da geride bıraktığı tek şey çizmelerinden çok daha fazlasıdır. İktidarının sonu çizmelerinin gidişiyle tamamlanır. O artık bir ağa değildir. Adı hala yoktur ama bundan çok daha fazlasıdır.

Sonun Başlangıcı, Aşkla Yeniden Doğuş 

Her hikayenin bir sonu vardır ama bu son Züğürt Ağa için bir başlangıcı temsil ediyor. Kiraz’la yaptıkları konuşmada Kiraz Ağa’ya ‘‘Senin insanlığın güzeldir, belki de ondan ağalığı beceremiyorsun’’ der bu aslında kendisine züğürtlüğü yakıştıran Ağa’yla ilgili her şeyi açıklıyordur. Ağa en başından itibaren köylüsünü düşünen tek kişidir. Köyde motor olmamasına rağmen Kekeç Salman’ı işe alır ve kalacak bir yer verir, kahyasına ağalığın artık geçerli olmadığı durumlarda bile yanından ayırmadığı tabakasını satması için veriri. Kirazın dediği gibi ağalıkla ilgili tüm maddi ve manevi sembolleri geride bıraktıktan sonra geriye statüsünden ve ona dair beklentilerden ayrılmış bir insan kalır.

Kekeç Salman’ı işe almasının etkenlerinden birisi de ilk gördüğü andan itibaren beğenisini kazanan Kiraz’dı. Duş alırken onu izlemesi ve Kiraz’ın babasına satılması sonrasında Ağa’nın hali, Kiraz’a duyduğu ilginin hatta aşkın bir temsilidir ama bu imkansız bir aşktır. Ağa’nın bir eşi vardır ve çok beğense bile başka birisine yan gözle bakmak ağalığa yakışmaz. Kiraz ise istemese de evlenecektir fakat bu aşk ikisini de sonunda kurtaracaktır. Köylerde abisiyle zamanı gelince başlık parası için satılan bir mal olarak yaşayan Kiraz, hayatı boyunca Ağa tarafından ilk kez korunup şefkatle sarılmıştır. Şehre geldiklerinde görücü gelse bile Ağa’yı bırakıp gitmek istemez. Ağa’da daha öncesinde abisiyle gitmesinin daha uygun olduğunu söyler ama Kiraz Ağa’yla kalır. Altını tek geçerli birim olduğu doğu toplumlarında Kiraz sahip olduğu ve güvencesi olarak gizlediği altınları sorgusuz bir şekilde Ağa’ya verir. Ağa Kiraz’a sadece bir hizmetçi, mal ya da eş olarak görmez hislerini ve duygularını önemser belki de Kiraz bu yüzden Ağa’ya aşıktır. Aralarındaki bu garip bağ ikisini de umut dolu bir geleceğe götürür. Artık statülerden ve beklentilerden sıyrılmış gerçek iki kişilerdir.